Fahri Zihni Cyprus Mail için yazdı: Federal çözüm ‘yüksek riskli’ bir hedef, ‘şeytan ayrıntıda gizli’
İngiltere Kıbrıs Türk Dernekleri Konseyi (CTCA UK) eski başkanı Fahri Zihni, dün, Cyprus Mail gazetesinde yayınlamış olduğu makalede, “Kıbrıs’ta iki taraf arasında 60 yıllık ayrılığın ardından federal bir çözümün şansı ne olduğu” konusunu ele aldı.
Yazısında, federal çözümde, güç paylaşımı, mülkiyet, güvenlik ve askeri konularda ortaya çıkabilecek olası olumsuzluklara işaret eden Fahri Zihni, federal çözümün “yüksek riskli bir hedef” olduğunu ve federal bir çözümde “şeytan ayrıntıda gizli” olduğuna işaret ediyor.
Fahri Zihni’nin konuk yazar olarak Cyprus Mail’de yayımlanan makalesi şöyle:
“Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında, en son hellim/halloumi Menşe İsmi Korumalı Ürün (PDO) konusu hakkında “ortak anlayış” çerçeve bildirisi üzerinde anlaşmaya varıldığında, bu hüsranla sonuçlanmıştı çünkü “belirsiz” ve gerekli ayrıntılardan yoksundu.
Unficyp şefi Colin Stewart’ın Pile/Pyla “ortak anlayış” önerisi hakkında bu kadar sınırlı kamuya açık bilgi varken, gerekli ayrıntıların ortaya çıkacağını ve pozitifliğin yeni müzakerelerin önünü açacağını sadece umabiliriz.
Peki, Kıbrıslı Türk lider Ersin Tatar kararlılıkla iki devletli çözümden yanayken, Kıbrıslı Rum lider Nikos Hristodulidis’in görünüşte ulaşmaya çalıştığı federal bir çözümün şansı nedir?
Temmuz 2017’de Crans-Montana görüşmeleri başarısız olduğunda, Kıbrıs Rum Başkanı Nikos Anastasiadis’in Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na yaklaşarak Kıbrıs için iki devletli bir çözüm olasılığını dile getirdiğini biliyoruz. Anastasiadis’in bu seçeneğe olan ilgisi; daha sonra Politis gazetesine verdiği bir mülakatta merhum Başpiskopos II. Hrisostomos ve AKEL lideri Andros Kiprianu tarafından da doğrulandı.
Peki, deneyimli ve kurnaz bir Kıbrıs Rum Başkanı neden bu seçeneğe yönelsin? Aklından geçeni okuyamayız ama iktidardaki bir siyasetçi için bu seçeneğin risk-ödül oranına bakabiliriz.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası zaten federal bir çözümdü ama ilk üç yılında iki toplumun ihtiyaçlarına yanıt vermekte başarısız oldu. Aralık 1963’ten itibaren, çatışmalar sonucu yüzlerce kişi hayatını kaybetmesi ve 25.000 Türk, 500 Ermeni ve 200 Kıbrıslı Rum mülteci olmasıyla tamamen çöktü. Böylece, son 60 yıldır, seçilmiş Kıbrıs Rum hükümetleri ve kurumları, Kıbrıslı Türkleri dışlayan tek-etnikli ulusal karar alma mekanizmasından yararlandılar.
Federal bir çözümde, politikacılar, memurlar, AB yetkilileri, iş liderleri, STK’lar, merkez bankaları, sağlık kurumları ve diğer önemli ulusal kurumlar, güç paylaşımını kabul etmek ve bazıları üst düzeyde olmak üzere Kıbrıslı Türkleri aralarına almak ve onların doldurmaları için kadroları boşaltmaları gerekecek. Peki, onlar nasıl tepki verecekler?
1960 yılından beri, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler birbirleri ve karşıt “ana” ülkeleri olan Yunanistan ve Türkiye dışında başka düşman tanımadılar ve Doğu Akdeniz gaz rezervlerinin paylaşımı gibi konular bugüne kadar şiddetli bir şekilde tartışılmaya devam ediyor. Polislik ve askeri kararlar almak ve bunları karma etnik kökenli bakanlıklar, polis, ordu, deniz ve hava kuvvetleri yetkilileri aracılığıyla uygulamak, ilişkilerin çok kötü gidebileceği geniş bir alan yaratacağından oldukça zor olacaktır.
En karmaşık ve zorlayıcı konulardan biri mülkiyettir ve bunun federal bir yapı altında nasıl yönetileceğidir. 1963 ve 1974 yılları arasında, Kıbrıs Rum toplumunun yaklaşık üçte birini oluşturan 162,000 yerlerinden edilmiş Kıbrıslı Rum ve Kıbrıs Türk toplumunun yaklaşık yarısını oluşturan 55,000 Kıbrıslı Türk mülteci vardı. Her 10 mültecide birinin bir arsa/mülk sahibi olduğu varsayıldığında, karara bağlanması gereken 21,700 yasal dava olacaktır.
60 yıllık bir sürenin ve birçok nesil torunlarının ardından, eksik, hatalı ve genellikle zaman aşımına uğramış tapu konularını ele almak ve şu anki mülkiyet sahibini ve piyasa değerlemesini belirlemek oldukça zor ve meşakkatli olacaktır. Takas, iade ve tazminatla ilgili karmaşık konuları ele almak oldukça tartışmalı ve zorlayıcı olacaktır.
Güneyde Kıbrıs Türk arazisindeki Larnaka havaalanının binası ve büyük ölçüde Kıbrıs Rum malında yer alan Yeni İskele’deki (Trikomo) ‘Rus’ şehri gibi, sonsuza dek, mülk kullanımını temelde değiştiren yaygın yapılanmalar vardır.
Tüm bunların çözümlenmesi yıllar alacak ve birçok dava; kayıp kişilerin –çoğu zaman ‘diğer taraf’ tarafından dehşet verici bir şekilde öldürülen— hala bulunmaya çalışıldığı, karanlık bir geçmişe sahip iki etnik toplum arasında oldukça tartışmalı olacak. İnsanlar bu kadar uzun süre beklemeye hazır olacaklar mı yoksa hukuku kendi ellerine mi alacaklar? Her iki tarafta da, yıllardır yaşadıkları ev ve iş yerlerinden tahliye edilme tehdidi altındaki insanların gidecek hiçbir yerleri yoksa ve direnirlerse ne olacak? Bu şiddeti tetikleyecek mi?
Elam’ın popülerliğinin ve etkisinin artmasıyla güneyde artan milliyetçi coşkuyla birlikte, şu anda göçmenlere karşı şiddet uygulayanlar dikkatlerini asırlık düşmanları olarak gördükleri Kıbrıs’ın Türklerine mi çevirecekler? Türk karşıtı Eoka (1954’te kurulan) ve Eoka-B’nin (1971’de kurulan) ardından bir Eoka-C mi ortaya çıkacak? Bunlar gerçekleşebilir ya da, inşallah, gerçekleşmeyebilir, ancak bu olasılıklara ilişkin korku ve güvensizlik, daha küçük bir nüfus olarak birçok Kıbrıslı Türkün aklında hala mevcuttur. Bunun yanı sıra, her iki tarafın Yunanistan ya da Türkiye’nin olası askeri müdahalelerinden duyduğu korkular da bulunuyor.
Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilen 2004 federal Annan Planı, bugüne kadar çözüme yönelik en kapsamlı ve makul girişim olsa da, her iki tarafta fiziki ve demografik yapı o zamandan bu yana önemli ölçüde değişti. Yaklaşık son 20 yılda, ‘diğer tarafta’ doğan bir nesil daha yitip gitti. Yeni kalabalık göçmen nüfuslar da dahil aileler, kendi bölgeleriyle daha ‘iç içe’ hale geldiler.
Güney’de Kıbrıs Türk taşınmaz malların kişisel ve ticari kullanımından fayda sağlayanlar, büyük olasılıkla, yeni bir federasyon altında, hâlihazırda sahip olduklarını kaybetme riskini almak istemeyecek ve karşı çıkacaktır. Kuzeydeki Kıbrıslı Türkler için de aynısı geçerli olacaktır.
Siyasi kariyerinin zirvesinde, güçlü bir ekonomiyi yönetirken, Fransız, Alman, İngiliz ve Amerikan devlet başkanlarıyla yakın temaslar kurarken ve emekliliği sonrası bırakacağı tartışmasız makul miras ile Nikos Anastasiadis, bir federal çözümün uygulamasında kendisine karşı biriken potansiyel yüksek riskli başarısızlıkları göz ardı etmemiştir.
Anastasiadis, tüm suçun kendisine yükleneceği, yıllarca süren şiddet olasılığı hakkında endişelenmiş bile olabilir. Anastasiadis, federal çözümü iki devletli seçenek lehine reddetti çünkü iki devlet Kıbrıs Rum toplumuna, güç paylaşımı yapmak zorunda kalmadan ve kaos, anarşi ve hatta şiddet riski olmadan, geniş yaşama alanı sağlayan net bir anlaşma sunacaktı.
Kıbrıs’taki iki toplum arasında 60 yıllık ayrılığın ardından, federal bir çözümün adil ve barışçıl bir şekilde başarılı olması için çok fazla ‘şeytan ayrıntıda gizli’. Bu, yüksek riskli bir hedeftir.
Benzeri görülmemiş 49 yıldır süren barışın korunması, mutlaka birinci öncelik olmalıdır ve her iki tarafın da, en azından, bu iki olası seçeneği ön koşulsuz olarak görüşmeye açık olması gerekiyor.”