“Bayramlar, birlik ve beraberliktir”
Kıbrıslı Türk Yazar İsmail Bozkurt, ulusal ve dinsel yönden kutlanan bayram günlerinin önemini, çocukluk ve gençlik yıllarındaki bayram anılarını KIBRIS’a anlattı:
BAYRAM ANILARI… Yokluk ve yoksulluk yıllarında yaşanan bayram heyecanının, birkaç gün öncesinden başladığını belirten Bozkurt, Kıbrıs’ın çalkantılı yıllarında “bayram”ın özellikle çocuklar için, yeni bir şeye sahip olma anlamına geldiğini söyledi. Konuşmasında, büyüklerin “camiye gitmezsen bayram olmaz.” dediğini de anımsayan Bozkurt, bayram namazı sonrası yaşanan atmosferi samimi dille anlattı. Eski bayramların günümüz bayramlarıyla neredeyse yok denecek kadar az benzerlikleri olduğunu söyleyen Bozkurt, “Günümüz bayramları genelde artık “tatil” durumuna dönüştü.” dedi.
Aliye ÖZENCİ
On bir ayın sultanı, Ramazan ayı…
Bir aylık orucun ardından gelen üç günlük “Ramazan Bayramı”, bir diğer adıyla “Şeker Bayramı” bugün başladı.
İslam aleminde bayram ritüeli, bayram namazının kılınması, yeni kıyafetlerin giyilmesiyle başlar. Daha sonra büyükler ziyaret edilip, elleri öpülür ve büyükler de çocuklara şekerler dağıtır.
Bayram öncesinde, evlerde yapılan temizlik, arife günü özenle hazırlanan tatlılar da ayrı bir telaş yaşanmasına neden olur.
Büyükler her ne kadar da “Ah nerede o eski bayramlar?” diye yakınsa da, günümüzde herkes kendine özgü bayramını yaşıyor. Özellikle büyüklerimiz, geleneklerimize uygun, aile büyüklerinin ziyareti, bayramlaşma ve şen sohbetler eşliğinde hep birlikte yemek yeme kültürünü sürdürse de, zamanla daha genç nesil, bayram günlerini tatil yaparak geçirmeyi tercih ediyor.
Eskiye “hasret”
Kıbrıslı Türk Yazar, Siyaset ve Devlet Adamı, Mücahit, Milletvekili, KIBATEK Başkanı ve ülkemizin sevilen isimlerinden İsmail Bozkurt’ta ulusal ve dinsel yönden kutlanan bayram günlerinin önemini, çocukluk ve gençlik yıllarındaki bayram anılarını KIBRIS’a anlattı.
Bilgileri ile tarihi arşiv değerinde olan İsmail Bozkurt ile her görüşüp konuştuğumuz da hem bilgilerinden ve hem de tecrübelerinden yararlanma fırsatı buluyorum.
Son konuşmamızda da konu konuyu açarken, yaklaşan “Ramazan Bayramı” bir diğer adıyla “Şeker Bayramı”nı konuştuk.
İsmail Bozkurt’a, “eski bayramları nasıl hatırlarsınız?” diye sorduğum zaman, birkaç saniye sessizliğe büründü… Konuşmasına başladığı zaman da sesinde ilk hissettiğim duygu, “hasret” oldu.
Kıbrıs’ın çalkantılı yıllarında yokluk içinde geçirdiği çocukluk yıllarında hafızasına kazıdığı anılarını samimi bir dille anlatan Bozkurt, eski bayramların güzelliklerine dikkat çekerek konuştu.
Bozkurt’un anlattığı o güzel ve değerli anıları gelin hep birlikte okuyalım:
Tatlı bir heyecan…
İsmail Bozkurt, Kıbrıs’ın çalkantılı yıllarında bayramların, yokluk ve yoksulluk içinde yaşandığına dikkat çekerek konuşmasına şöyle başladı:
“Bayramlar, oyuncaksız geçen o yokluk ve yoksulluk yıllarında, biz çocuklara yeni bir şeye sahip olma ve cebimizde para görme olanağı verirdi. Yeni olan her şey genelde bayramlık olarak alınırdı. Günler öncesinden tatlı bir heyecan yaşamaya başlardık. Çörek, peksemet, falan; yılbaşında golifa ve pilâvuna yapılırdı.
Bayramlarda erkeklerin camiye gitme geleneği vardı. Büyüklerimiz “camiye gidilmezse bayram olmaz.” derdi. Camiye gitmeden el öpülmez, bayram harçlığı alınmazdı. Rahmetli babam, geleneğe uyarak beni ilk çocukluk yaşlarımda (bir “erkek” olarak) bayramlarda camiye götürmeye başlamıştı. Camiye gitme heyecanı yanında, Türkçe ezandan hoşlanırdım. Bir gün ezan Arapça okunmaya başlandı. O süreci ve nedenini kavrayabilmek için aradan çok yıllar geçmesi gerekti.”
Küsler barışıp kucaklaşır
İsmail Bozkurt konuşmasına, babasıyla birlikte gittiği camide, bayram namazı sonrası yaşanan atmosferi anlatarak şöyle devam etti:
“Bayram sabahları annem cicilerimi giydirir, babam elimden tutup camiye götürürdü. Camide, sıra bayramlaşmaya gelince herkesin birbiriyle kucaklaşıp öpüşmesi ve kaynaşması hoşuma giderdi. Küsler barışıp kucaklaşır, herkes birbiriyle bayramlaşırdı. Cami sonrası, başka bir atmosfer idi. En büyüklerimizden başlayarak el öpmeye başlardık. Çocukluğumun ilk yıllarında, el öpme karşılığında bana bir onluk ya da yirmilik verilirdi. Nadiren de bir kuruş! O zamanlar, bir Kıbrıs lirası yirmi şilin, bir şilin dokuz kuruş, bir kuruş kırk para idi. Onluk (ya da on para) kuruşun dörtte biri, yirmilik (ya da yirmi para) kuruşun yarısı idi. Bayramlık parası, yıllar geçtikçe arttı. Camiden sonra mezarlık ziyaret edilirdi ama çocukluğumda babam beni mezarlığa götürmezdi.”
Ulusal bayramlarda eğlence
Dini bayramların yanı sıra, ulusal bayramların da halk için önemli olduğunu kaydeden Bozkurt, bu özel günlerde düzenlenen etkinlikleri şöyle aktarıyor:
“O yıllarda öğretmenler doğal köy lideri idi ve büyük saygınlığı vardı. Onların organizasyonu ile çocukluğumda Türk ulusal bayramları da kutlanırdı. Önde Türk bayrağı, boru trampet eşliğinde yürünerek sahaya gidildiğini, konuşmalar yapıldığını, çeşitli oyunlar oynandığını, şiirler okunduğunu, babamın efe kıyafetleri içinde zeybek oynamasını ve Güney’deki evimizde onun efe giysili bir resmini hayal meyal hatırlıyorum. Bu bayramlarda eğlenceli yarışmalar da yapılırdı: Ağza alınan bir kaşığa yerleştirilen yumurta ile koşmak (yumurta koşusu), eller arkada bağlı iken yoğurt yemek gibi. Güreş ve at-katır yarışı yapıldığını da anımsıyorum. İnsanları güldürmek amacıyla eşek yarışı bile yapılırdı.”
İngiliz polisi sahneyi basmış…
İsmail Bozkurt, yokluk yıllarında halkın en büyük eğlencesinin tiyatro olduğunu belirterek bir anekdot paylaşıyor:
“Köyde canlı bir tiyatro sevgisi vardı. Yılda birkaç oyun sahnelenirdi. Sahneleme, çoğu kez ulusal bayramlardan birinin gecesinde yapılır, oyunlar daha çok ulusal nitelikli olurdu. Muhakkak bir de komedi sahnelenirdi. Komediler çoğu kez doğaçlama yapılır, izleyiciler gülmekten kırılırdı. Lise öğrencisi olduğumda ben de oyunlarda rol almaya başladım. Hatta bir oyun yazıp sahneledim. Ulusal nitelikli bir oyundu. İngiliz polisi 3. perde açılmadan sahneyi basmış ve oyuna devam etmemizi engellemiş, ben direnmeye çalışınca tutuklamak istemişlerdi. Köy büyüklerinin ricasıyla tutuklanmaktan kurtulmuştum.”
Eski ve günümüz bayramları…
Bozkurt, konuşmasın sonunda eski ve günümüz bayramlarını şu şekilde değerlendirdi:
“Köyümün ve bölgenin bayram nitelikli günlerinden biri “Mart Dokuzu” geleneği idi. Her yılın 9 Mart günü köylüler kıra çıkıp eğlenirdi. Öğretmenler de öğrencileri götürürdü. Boyanmış yumurta ve nor böreği yemek gelenekselleşmişti. Kendisine güvenen genç erkekler, harlı ve oldukça yüksek bir ateşin üzerinden atlama yarışı yapardı.
Eski bayramlar ile günümüz bayramlarını nasıl değerlendirdiğime gelince, neredeyse hiç ya da çok az benzerlik kaldığını söyleyebilirim. Günümüz bayramları genelde artık “tatil” durumuna dönüştü. Genelde diyorum çünkü tam olarak eski bayramlar kadar olmasa da bazı gelenekleri, özellikte birlikte olmayı, birlikte bayram yemeği sürdüren aileler vardır.”